Her şey kısırlaştı. Dünyanın külünün bir parçasıyım ben, hiçbir şeyin büyümeyeceği, hiçbir şeyin çiçek açmayacağı, meyve vermeyeceği bir şeyim. 20. yüzyıl tıbbının pek sevimli diliyle, yumurtlayamıyorum. Ya da yumurtlamıyorum. Bu ay yumurtlamadım, geçen ay yumurtlamadım. On yıldır bütün o sancıları boşuna çekmiş olabilirim. Şu anda olduğum yere gelmek için çabaladım, kanadım, kafamı duvarlara vurdum. Dünya üzerinde benim için doğru olan tek adamla, sevebildiğim tek adamla birlikte. Mümkün olsaydı eğer menopoza girene kadar çocuk doğurabilirdim. Çocuklarımız, küçük hayvanlarımız, çiçeklerimiz, sebzelerimiz ve meyvelerimizle dolu bir ev istiyorum. En derin zengin anlamıyla ‘Toprak Ana’ olmak istiyorum. Bir entelektüel, kariyer odaklı bir kadın olmaktan vazgeçtim: Bütün bunlar benim için yanıp kül oldu. Peki kendi içimde neyle karşılaşıyorum? Külle; gitgide daha fazla külle.
O korkunç, planlı, klinik cinsel ilişki döngüsüne gireceğim, âdet gördüğümde, cinsel ilişkiye girdiğimde koşa koşa tahlil yaptırmaya gideceğim. Şu bu aşıları olacağım, hormonlar, tiroit, kendimden başka bir şeye dönüşeceğim, yapay bir şeye dönüşeceğim. Bedenimse bir test tüpüne dönüşecek. “Altı aydır hamile kalamayan birinde bir sorun var demektir, şekerim,” dedi doktor. Ve, rahmime soktuğu bir ucunda pamuk olan küçük çubuğu çıkarıp yanındaki hemşireye doğru tutup: “Kapkara.” Eğer yumurtluyor olsaydım, yeşil renkte olurdu. Ne gariptir ki, aynı test şeker hastalığını tespit etmekte de kullanılıyor.