İnsan zihninin, evrensel hakikati tümel bir tasarım olarak sezebilmesi, doğum sırasında gerçekleşen bedensel kopmanın sonucundaki zihinsel yarılmayla tükenip sona eriyor. İnsan, anne rahminin sıcak ve koruyucu dünyasından kopmuştur artık; anne ile biyolojik/zihinsel bir “bütünleşme” ve “bir olma” yaşantısından “ben” olma yaşantısına geçmiş; korumasızca ve isteğinin dışındaki birtakım süreçlerle, Sartre’ın deyimiyle ‘bu dünyaya fırlatılmıştır’ adeta. Kısa süre içinde, annesinin göğsünün kendisinden ayrı bir varlık oluşunu keşfedecek; böylece annesinin ve kendisinin ayrı ayrı bedenler olduğunu kavrayacaktır. İlk keşif, ilk yalnızlık; ilk “ben ve öteki” kavrayışıdır bu… Bir anlamda travmatik bir durumdur. Böylece zihinde kategorileştirmelere açılan, her durum, olgu ya da edimi bu bakış ya da görme biçiminden okuyan bir mekanizma harekete geçmeye başlamıştır…
İnsan bu varoluşsal kopuştan sonra zihnindeki bu uçurumu ya da yarılmayı, farkındalık geliştirmediği sürece, sanki bir yazgı gibi taşır. Bu düşünme biçimi; kategorik, sınıflandırmacı, ayırmacı, ayrıştırıcı, nesneleştirici olan, analiz-sentez vb. süreçleri de kapsayan rasyonel düşünme biçimidir. İnsan, rasyonel düşünme biçimini düz-indirgemeci-klasik mantık kurallarıyla da beslerse iyice daralan bir zihinsel bakış açısına da hapsedebilir kendisini. Bu noktada, kategorize edici zihinsel bakış, giderek onun kendi dünya görüşüne dönüşebilir; ya da dünyayı kavrayışında en etkili olan süreçlere zemin hazırlayabilir. Tümel kavrayış ve seziş, rasyonel ve irrasyonel bütüncül bir dünya tasarımını kapsayan çok daha geniş bir bakış ve görme biçimidir. İnsanın yazgısı gibi duran zihinsel yarılma, ancak diyalektik düşünce biçiminin, gerçeği tüm hareketliliği, tüm değişkenliği ile kavrayan yapısı içinde aşılabilecek bir olgudur. Bu aşma çabası, öncelikle kişinin kendi içinde bütünselliğini ve iç barışını kurabilmesi; bunun yanı sıra topluma ve tüm insanlığa dalga dalga yayılan bir barış, kardeşlik, eşitlik, adalet anlayışına dayalı, hümanist/ demokratik/ toplumcu bir dünya tasarımı ve idealiyle bakmasıyla sıkı sıkıya ilintili bir olgudur. Böyle bir bakış açısı, giderek kendi kendisini genişletir; kişinin dünyaya ve kendi dışındaki insanlara sevgi ve saygıyla bakmasına zemin hazırlar. O, “Ben ve öteki” diyerek ayırmaz insanları; o biraz da başkalarıdır; başkaları da biraz o’dur. Sürekli olarak birbirlerine dönüştüklerinin algısına ulaşır. Çünkü insanı temel alan bir yaklaşım içindedir. O nedenle, kötücül güçlerin katliamı karşısında, acısını “Hepimiz Hrant’ız” diyerek dile getirir. Çünkü kendisinden bir parça koparılmıştır…
İnsan bu varoluşsal kopuştan sonra zihnindeki bu uçurumu ya da yarılmayı, farkındalık geliştirmediği sürece, sanki bir yazgı gibi taşır. Bu düşünme biçimi; kategorik, sınıflandırmacı, ayırmacı, ayrıştırıcı, nesneleştirici olan, analiz-sentez vb. süreçleri de kapsayan rasyonel düşünme biçimidir. İnsan, rasyonel düşünme biçimini düz-indirgemeci-klasik mantık kurallarıyla da beslerse iyice daralan bir zihinsel bakış açısına da hapsedebilir kendisini. Bu noktada, kategorize edici zihinsel bakış, giderek onun kendi dünya görüşüne dönüşebilir; ya da dünyayı kavrayışında en etkili olan süreçlere zemin hazırlayabilir. Tümel kavrayış ve seziş, rasyonel ve irrasyonel bütüncül bir dünya tasarımını kapsayan çok daha geniş bir bakış ve görme biçimidir. İnsanın yazgısı gibi duran zihinsel yarılma, ancak diyalektik düşünce biçiminin, gerçeği tüm hareketliliği, tüm değişkenliği ile kavrayan yapısı içinde aşılabilecek bir olgudur. Bu aşma çabası, öncelikle kişinin kendi içinde bütünselliğini ve iç barışını kurabilmesi; bunun yanı sıra topluma ve tüm insanlığa dalga dalga yayılan bir barış, kardeşlik, eşitlik, adalet anlayışına dayalı, hümanist/ demokratik/ toplumcu bir dünya tasarımı ve idealiyle bakmasıyla sıkı sıkıya ilintili bir olgudur. Böyle bir bakış açısı, giderek kendi kendisini genişletir; kişinin dünyaya ve kendi dışındaki insanlara sevgi ve saygıyla bakmasına zemin hazırlar. O, “Ben ve öteki” diyerek ayırmaz insanları; o biraz da başkalarıdır; başkaları da biraz o’dur. Sürekli olarak birbirlerine dönüştüklerinin algısına ulaşır. Çünkü insanı temel alan bir yaklaşım içindedir. O nedenle, kötücül güçlerin katliamı karşısında, acısını “Hepimiz Hrant’ız” diyerek dile getirir. Çünkü kendisinden bir parça koparılmıştır…
Ötekileştirmeyen, olguları, durumları, kişileri ayırıp kategorize etmeyen bakışın içinde sevgi ve barış vardır. Yan yana, bir arada, birlikte BİZ olma durumu, derinliğinden demokrasinin kaynaklandığı bir göze gibidir. Demokrasiden ve eşitlikçi toplumsal sistemden yana olmayan karanlık güçler, insanın varoluşsal zaafı olan zihinsel yarılmadan olabildiğince yararlanır; “ben ve öteki” ’nden “biz ve öteki” ’ye ulaşarak düşmanlık ve nefret tohumları ekmeye başlar. Önce zihinler iyice şartlandırılır; “Biz” içindeki kişi, kendi aidiyetini burada sonuna kadar yaşadığı için, kendisini güvencede hisseder; çünkü o sığınacak yeni bir anne bulmuştur. Yalnızlık ve yabancılaşmayı aşmıştır… “Biz”, onu koruyup kollayacaktır; düşman ve zararlı olan “Öteki” ya da “Ötekilere” karşı. Elbette, tam anlamıyla bir yanılsamadır bu. “Biz” içindeki yönlendirici güç’ler, birtakım iktidar odakları; gerektiğinde, yaratılmış“düşmana” karşı harekete geçmesini/geçmelerini sağlayacak; her türlü kötülük, baskı ya da şiddeti mubah gösterecek; propaganda, ajitasyon ve provokasyon girişimlerinde bulunacaktır. Buyruklar, itaatle sürecek; itaat, şiddet’le noktalanacaktır. Faşizmin özü buradan kaynaklanır. Ötekileştirme; milliyetçiliğe, faşizme, militarizme ve ırkçılığa doğru evrilen bir patolojik durumdur. Yaratılan yapay çelişkiler; kaos, çatışma, şiddet ve savaşa kanalize edilecektir. Böylece, şiddetten (terör ve savaş) beslenen güç odaklarının, küresel iktidar/sermaye çevrelerinin silah satımı kârları, petrol üzerindeki nemalanmaları, toprak, hammadde beklentileri karşılanacaktır. İnsanlar piyon olarak kullanılarak, ulusal/uluslararası düzlemde bir satranç oynanacaktır… Günümüzde yaşananlar, ne yazık ki bu gerçeklerdir.
Demokrasiden yana olmayan karanlık güçler, toplumsal örgütlenmeleri engelleyerek ya da dumura uğratarak, toplumsal değerlerin içini boşaltarak, tüketim-meta yoluyla toplumsal çürümeyi tesis ederek, demokratik süreçleri tıkanıklığa uğratmaktadır. ‘Ötekileştirme’ yoluyla, dünyada iç savaşlar, bölgesel çatışmalar, kabile savaşları çıkarılarak, küresel sermayenin pazar alanı genişletilmektedir. Daralan, ne yazık ki insan yaşamlarıdır…
Erich Fromm, Çağımızın Özgürlük Sorunu adlı kitabında şunları dile getiriyor: “ İnsanın değişmez hayat sorunu, paradoksal bir ikilemin çözümü sorunudur: Bir yanda kendi kişiliğinin ve tekliğinin bilincine varmak; öte yanda, kendini aşıp türünün evrenselliğine ulaşmak. Ancak bütünüyle gelişmiş bir kişi, Ego’sundan kurtularak bu yüce hedefe ulaşabilir. İnanıyorum ki,(…)Tek Dünya, ancak Tek İnsan’ın ortaya çıkmasıyla gerçekleşecektir. Bu Tek İnsan, geleneksel kan ve toprak bağlarından kendisini kurtarmış, bir “insan” olduğunu anlamış ve hizmetini, insan türünün belli bir biriminden çok bütününe adayabilen bir dünya vatandaşı olmayı başarmış; genelde insanoğlunu sevdiği için kendi ulusunu da seven, akıl ve mantığını kendi toplumunun kısır çıkarları ötesinde de işletebilen bir insan olacaktır.” (Çağımızın Özgürlük Sorunu, Çev: Bozkurt Güvenç, Özgür İnsan Yayınları, Ankara, Mayıs 1973, s. 197)
Çözüm yolunun, tüm dünyada demokrasi ve eşitlikçiliğe dayalı toplumsal düzenin kurulmasından geçtiği bir gerçektir. Hakikatlere gözlerimizi açmamız, bize ‘demokrasi’ adıyla dayatılan içi kof değerleri görmemiz, ‘ötekileştirenlere’ karşı dikkatli ve uyanık olmamız, evrensel çelişki olan emek-sermaye çelişkisini örten bütün sisli ve puslu görüntüleri aşmamız mümkündür.
Her şeye karşın, uluslar arasında barış ortamının ve tek dünya idealinin olabilirliğini; özellikle edebiyatın (ve sanatın) özündeki insancıl/insani/toplumsal/vicdani duygularla bu idealin gerçekleşmesine sağlam bir zemin oluşturabileceğini göz ardı etmemeli; umudu sürekli canlı tutmalıyız.
Hayat ve felsefe. ... Hayat Felsefesi sözler,aforizmalar,resimler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen yorum yazarak katkı sağlayınız...