İnsan zihninin, evrensel hakikati tümel bir tasarım olarak sezebilmesi, doğum sırasında gerçekleşen bedensel kopmanın sonucundaki zihinsel yarılmayla tükenip sona eriyor. İnsan, anne rahminin sıcak ve koruyucu dünyasından kopmuştur artık; anne ile biyolojik/zihinsel bir “bütünleşme” ve “bir olma” yaşantısından “ben” olma yaşantısına geçmiş; korumasızca ve isteğinin dışındaki birtakım süreçlerle, Sartre’ın deyimiyle ‘bu dünyaya fırlatılmıştır’ adeta. Kısa süre içinde, annesinin göğsünün kendisinden ayrı bir varlık oluşunu keşfedecek; böylece annesinin ve kendisinin ayrı ayrı bedenler olduğunu kavrayacaktır. İlk keşif, ilk yalnızlık; ilk “ben ve öteki” kavrayışıdır bu… Bir anlamda travmatik bir durumdur. Böylece zihinde kategorileştirmelere açılan, her durum, olgu ya da edimi bu bakış ya da görme biçiminden okuyan bir mekanizma harekete geçmeye başlamıştır…
İnsan bu varoluşsal kopuştan sonra zihnindeki bu uçurumu ya da yarılmayı, farkındalık geliştirmediği sürece, sanki bir yazgı gibi taşır. Bu düşünme biçimi; kategorik, sınıflandırmacı, ayırmacı, ayrıştırıcı, nesneleştirici olan, analiz-sentez vb. süreçleri de kapsayan rasyonel düşünme biçimidir.
İnsan bu varoluşsal kopuştan sonra zihnindeki bu uçurumu ya da yarılmayı, farkındalık geliştirmediği sürece, sanki bir yazgı gibi taşır. Bu düşünme biçimi; kategorik, sınıflandırmacı, ayırmacı, ayrıştırıcı, nesneleştirici olan, analiz-sentez vb. süreçleri de kapsayan rasyonel düşünme biçimidir.